25Tem2025

Aslını bilmeyen neslini ihya edemez

Blog

ÇOCUĞUMLA BİLİNÇLENİYORUM

ÇOCUĞUMLA BİLİNÇLENİYORUM

Yazar

Demet YILDIZ

ÇOCUĞUMLA BİLİNÇLENİYORUM

 Hayat yolcuğunda en güzel duygulardan biri de anne olmak olsa gerektir. Muhteşem bir yaratma döngüsü içinde bir bebeğin anne karnındaki süreci, minik bir damladan oluşan mucize, belirli bir süre içinde dünyaya geliş evresinin bir kısmını tamamlayarak sancılı bir süreçten geçip Xona bakan mutlu gözlerin kucağına bırakılır. Telaşla, heyecanla, mutlulukla, hayallerle emanet edilen o yavru anne ve babanın yetiştirmesiyle birey olma yolunda adımlar atmaya başlar.

     Bu süreçte bebeğin her ayı daha sonra her yaşı ayrı bir oluşum, dönüşüm evresi olmaktadır. Anne ve baba büyüme yolculuğunda sağlıklı bir şekilde yavrusunu yetiştirmeyi amaçladığı için araştırmaya, kendini yetiştirmeye başlar. Tabi bu durum bilinçli bir ebeveyn için geçerlidir. Her yaşın kendine göre bir beslenme ve eğitim süreci vardır. Bunlara ehemmiyet verilmelidir ki bedenen ve ruhen sağlıklı bir birey olma yolunun temeli atılmış olsun. Çünkü yetişkinlik sürecinde yaşanan çoğu travmatik olaylar ya da kişinin bazı anormal durumları araştırıldığında çocukluk dönemindeki sıkıntılara dayanmakta olduğu görülmektedir.

    Gelişim süreçleri içerisinde en önemli durumlardan biri de “cinsel yönelim, cinsel eğitim” dir. 3- 4 yaşlarından itibaren hatta bazı araştırmalar daha küçük yaşlardan itibaren çocuğun cinsel kimliğini keşfetmeye başladığını gösterir ama genel kanı 3 – 4 yaşa dikkat çeker.

Çocuk bu yaşlarda cinsel kimliğini bulma yolculuğunda arayışlara girebilir tabi bunu bilinçli olarak yapmamaktadır. Fıtri bir süreçtir. Burada annenin ve babanın iş birliği içerisinde ilk önce kendileri gereken bilgileri öğrenip evlatlarına bunu izah etmeleri, rol model olmaları gerekmektedir.

   Sağlıklı bir cinsel kimlik için erkek ve kız çocuğunun fıtratına göre bir eğitim verilerek kendi bedeniyle barışık, kendini olduğu gibi sevip özgüvenli bir birey olmayı ebeveynin aşılaması gerekir.

   Peki nasıl yapabilirim?

    En temelde önce çocuğumuza mahremiyet eğitimi vermek gerekir. Kritik yaş dediğimiz 3 -4 yaşından önce daha anne karnındayken annenin kendine dikkat etmesi önemlidir. Tabi biz burada en sağlıklı olan durumu ifade etmeye çalışıyoruz. Herkesin kendi yaşantısına göre bu konuya hassasiyeti farklıdır tabi ama en ideal olanı daha bebek anne karnındayken annenin kendi mahremiyetini, bebeğinin mahremiyetini koruması gerekir. Karnı büyüdükçe onu muhafaza etmelidir. Bebek doğduktan sonra altı kalabalığın içinde değil daha müsait bir yerde mümkünse anne ve bebeğin tek olduğu bir odada temizlenmelidir. Aile üyeleri masum bir şekilde sevgilerini göstermek isteyeceklerdir fakat burada da dikkat edilmesi gereken noktalardan biri çocuk kesinlikle dudağından öpülmemelidir.

Yaşı büyüdükçe artık cinsel organını keşfettikçe çocuk oynamak, dokunmak isteyecektir. Burada kesinlikle çocuk utandırılmamalı, ayıplanmamalı, yavaşça eli özel bölgesinden çektirilip “burası senin özel bölgen, artık büyüyorsun sen kız ya da erkeksin denilerek daha fazla üzerinde durulmamalı. Bazen de görmezden gelinmeli. Bunlar çocuğunuzun gelişim sürecindeki doğal evreleridir. 

 3- 4 yaşlarına geldiğinde artık çocuğunuz net olarak kimliğinin farkında olur ve sağlıklı yönlendirme ile toplumsal beklentilere cevap verir. Cinsiyetler arasındaki ayrımı fark eder. Nasıl ki cinsel eğitim ailede başlarsa sağlıklı cinsel kimlik oluşumu da aile de başlar. Merak ettiği soruları evladınız size sorduğunda geçiştirmeyin, bilginiz yoksa buna açıkça ifade ederek gel birlikte araştıralım ya da öğrenip soruna öyle cevap vereyim diyerek onun sorusunu önemsediğinizi hissettirin.

   Çok derin ve uzun bir konudur cinsel kimlik. Ama şunu net söyleyebilirim ki; anne baba olarak kendinizi yetiştirip çocuğunuzla sağlıklı iletişim kurarsanız, oyunlar oynayıp onu hem duygusal hem psikolojik olarak desteklerseniz ki ilk 6 yıl çok önemlidir ve cinsiyetine göre bir yaşam alanı oluşturursanız sağlıklı cinsel kimlik oluşturmuş olursunuz. Ne olursa olsun her sorunun çözümü anne baba çocuk üçgeninde oluşan huzurlu yuvadan geçer. Çocuğunuzu sımsıkı bağrınıza basıp her gelişim sürecinde gerekirse destek alarak adım adım sağlıklı, temiz nesiller için taşın altına elimizi koyup emek vererek evlatlarımızı yetiştirmeliyiz. Bize emanet olarak verilen bu yavruları sağlıklı bir şekilde birey olma yolculuğunda bağımlı kişilik yapısı oluşturmadan dengeyi koruyarak hareket ederek büyütmeliyiz.

Huzurlu, mutlu, bilinçli anne baba huzurlu, mutlu, bilinçli çocuk demektir.

Huzurlu, mutlu, sağlıklı nesiller yetiştirmek duasıyla…

 

Blog

Eşcinsel Erkeklerin Erkekliginde Bir Eksiklik

Eşcinsel Erkeklerin Erkekliginde Bir Eksiklik

Yazar

Selma GÜLER

Eşcinsel Erkeklerin Erkekliginde Bir Eksiklik

Eşcinsel erkeklerin erkekliginde bir eksiklik yok mu mesela? Eksiklikse hastalik olarak kabul edilmesi gerekmez mi?

Günümüzde ismini sıkça duyduğumuz slogan gibi dilimize yerleştirilmeye çalışılan kelime escinsellik.

Çoğumuz ne anlama geldiğini biliyoruz fakat yoklarmis gibi davranıyor ya da sapkınlık deyip üstünü kapatıyoruz.Halbuki üstünü kapatıp görmezden gelmek orada var olduğunu ve gözümüze sokulmaya çalışıldığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor.O nedenle ne yapmalı?

Konu hakkında bilgi edinilmeli ve etrafa da doğru bilgi verilmelidir.

Bir kaç haftadır bu konuyla yakından ilgiliyim. Çünkü yakından tanıdığım 22 yıllık evli çocuk sahibi bir çiftin ayrılık sebebinin bu olduğunu öğrendim.Yani koca aslında eşcinsel ve bunu yıllardır saklamış.Nasıl yani dedim? Hiç anlamadın mı? Hayır dedi. Evet bana karşı her  zaman  istekli değildi fakat cinsel hayatlarının düzenli olduğunu,eviyle çocuklarıyla ilgili namazlı, abdestli biri olduğunu asla böyle birşey olabilecegini düşünmediğini söyledi. Çok şaşırmıştım. Adamı bende tanıyorum.Disardan bakıldığında asla böyle birşey   yakistilmaz ve maço bir adam gibi duruyordu.Peki bu nasıl böyle olabilirdi.Evli çocuklu olup düzenli bir hayatı olup bu tercihi neden yapıyordu.Uzun bir arastirma sürecine girmiştim.ilk etapta pek çok araştırmada escinselligin doğal bir durum olduğu ,hastalık olarak görülmediği için tedavisinin olmadığıni öğrendim.Tabi bu yönelimi olan kişiyi düşünebiliyor musunuz?Kendinin farklı olduğunu hissediyor ve tedavisi olan bir durum olmadığını öğrendiğinde çaresizlik içinde duruma teslim oluyor.Escinselligi tercih ediyor. Biraz daha araştırdığımda ise bunun bir cinsel sapma olarak tanimlandigini ve kişi isterse tedavi edilebildiğini öğrendim. Malesef bu durum küresel güçlerin toplumlara yaptigi bir dayatmadir. Tedavi edilmediğini dogal bir durum olduğu benimseyerek özgürlük adı altında ahlakın çöküşünü sağlamak.Neslin sağlığını ve geleceğini tehlikeye atmaktır. Eğer böyle dusunmezsek her türlü cinsel yonelime saygı duymamız gerekmez mi? Sapıklığı bize özgürlük olarak dayatmaya çalışıyorlar.Ama şu da bir gerçek ki bu bir hastalık,tedavi edilebilen bir hastalık.Dogustan değil çevresel ve bazen biyolik etmenlerle ortaya çıkan bir durum. Tabiki kimse böyle olmayı tercih etmez .Fakat içimizden gelen her dürtüyüde doğru olarak kabul etmek yanlıştır.Merak etmeyin arkadaşlar çaresiz değilsiniz.Sizi yanlizlastirmaya çalışanlara müsade etmeyin

Blog

EŞCİNSELLİĞİN İÇ MUHASEBESİ

EŞCİNSELLİĞİN İÇ MUHASEBESİ

Yazar

Elçin ÇETİN

EŞCİNSELLİĞİN İÇ MUHASEBESİ

Eşcinselliğin hastalık olup olmadığı konusu epey merak konusu. Google’a sorarsak daha ilk sayfada eşcinselliğin 1970li yıllarda malum lobi ve kuruluşların baskılarıyla hastalık olmaktan çıkarıldığını gösteren makaleleri okumak mümkün. Buralara hiç girmeyeceğim bir tık Google yeterli.

Peki hastalıksa neden bilimsel verilerde hastalık olmaktan çıkarıldı, hastalık değilse neden bu kadar ayrıştırılıyor, ayıplanıyor?

Biz ki , kısırı az salçalı yapanı linç etmiş, arabesk dinleyeni eziklemiş, menemenin soğanlı mı sogansız mı yapılacağını bile tartışmış bir toplumuz. Böyle bir kitlenin LGBT lileri yerin dibine sokmasını beklememek eleştiri kültürümüze haksızlık olur.

Peki başka konularda hiç bişeyi takmayan LGBT gençliği konu buraya gelince neden gökkuşağı bayrakları altında onur yürüyüşlerinde boy gösteriyor. Nedir bu kendini kanıtlama ve var olma ihtiyacı?

Bir kere doğuştan gelen cinsel kimliği reddetmek toplum baskısından bağımsız olarak çok zordur. İnsanın hakiki benliğine veda etmesi de bir yas sürecidir. Birçok kişi bu yasın öfkesinde takılıp kalır. Benlik çatışmasından sağ kurtulmaya çalışan ego, superegonun öfkesini ‘ama bunda ayıplanacak bişey yok ki’ lerle bastırmaya çalışır.

Fark ettiyseniz ilgili dernek ve kuruluşlar, hiç böyle bir gündem olmasa bile kendilerine yönelik nefret tutumlarından, eşit olamamaktan bahsedip gündem oluştururlar. Çünkü istekleri eşit olmak değil, üstün olmaktır. Kendi gibi düşünmeyenleri de cahil, yobaz diye etiketlerler. İşte bu da bahsettiğim  süperegoyu bastırma çabasıdır.

Bu gençlerin dinlenilmeye, anlaşılmaya ve kendilerini olduğu gibi sevmeye ihtiyacı var. Eğer kapitalizmin çanak tuttuğu, dizilerin filmlerin reklamların normalleştirdiği, LGBT’yi desteklemeyenlerin yobaz ilan edildiği dünyada gençlerimizin elinden tutmak istiyorsak önce onları anlayıp kapsayacağız.

Çünkü birçoğu; bir gruba ait hissetmek, aykırı düşünmek, farklı olmak, özentilik gibi alt sebepler kullanılarak kandırılıyor ve bu çukura düşüyor. Bataklıktaki pek çokları ise çoktan pişman fakat ne yapacağını, nasıl yol izleyeceğini bilemiyor.

Blog

Eşcinsellik İle İlgili

Eşcinsellik İle İlgili

Yazar

Nurdan GÜMÜŞ

Eşcinsellik İle İlgili

Geçenlerde okuduğum bir röportajda 20’li yaşlarda bir gencin hem gey hem de Müslüman olduğunu söylediğini gördüm.

Buna dayanak olarak açıklaması şu minvaldeydi:

Kur’an-ı Kerime’de Lut Kavmi ile ilgili bölümleri okuduğunu ve Lut Kavmi’nin eşlerini bırakıp eşcinsel ilişkileri tercih ettiğini; kendisinin böyle olmadığını, hiç kimse ile evlenmediğini eşini bırakıp da bir erkeğe gitmediğini, bu nedenle de kendini Lut Kavmi gibi görmediğini söylüyor.

Hangi açıdan ele alırsak alalım tutarsız bir dayanak, her yönden eksik ve yanlış bir açıklama…

Her şeyden önemlisi Kur’an-ı Kerim’de de diğer kitaplarda da vurgulanan, yasaklanan eylemin kendisi. Bunu kitapların kendi cümlelerinden okuyalım:

‘Siz hala erkeklere yaklaşacak, meşru yolu kapatacak, toplantılarınızda ahlak dışı işler yapacak mısınız? Kavminin tek cevabı şu oldu: Hadi doğru söyleyenlerden isen başımıza Allah’ın azabını getir de görelim.’( Ankebut 29)

‘Erkeklerin birbirleriyle, kadınların birbirleriyle ve hayvanlarla cinsel deneyimler yaşaması yasaklanmıştır.’ ( Tevrat, Lev. 18:6-30 )

‘ Eşcinsel ilişki anatomik uygunsuzluğun yanında ruhsal kirlenmeyi de içermesi, Tanrı halkının kutsallığını bozması nedeniyle toplumun dışında tutulmak istenmiştir.’ ( Tevrat, Lev. 20:13 )

Hiçbir metinde üçüncü bir taraftan bahsedilmemiş, aksine eyleme ve bu eylemi yapanlara vurgu yapılmış.

‘ Tanrı’nın Yasa’da eşcinsel ilişkiyi ‘iğrenç’ diye nitelendirmesinin nedeni Tanrı’nın iyi yarattığı insan bedeninin yaratılışına aykırı biçimde kullanılması, ruhsal ve bedensel bozukluk oluşturmasıdır.’ 

Metinler oldukça açık bence. Kişinin kendini haklı çıkaracağı bir nokta bulunmuyor gibi ne dersiniz?

Yine aynı röportajda genç adam; bunun bir tercih olmadığını, çok küçük yaşlarında kendindeki bu durumu farkettiğini ve değiştirmek için elinden bir şey gelmediğini söylüyor.

Bu konuda elinden bir şey gelmediğini , bunun yaratılışında olduğunu iddia etmesi üzerine biraz araştırma yapmak istedim. Bakın neler buldum:

1993 yılında Amerikalı araştırmacı Dean Hamer, erkeklerdeki eşcinselliğe müştereken neden olan  x- kromozomları üzerindeki ‘gey geni’ni bulmak istemişti. Dean Hamer’ın tezi kısa bir zaman içinde çürütülmüştür.

Çocuğun eşcinsel gelişimine neden olarak, annenin hamilelik esnasındaki hormonel durumu tezi bilim insanları tarafından yine çürütülmüştür. Çünkü ispat edilebilir bir bağlantı mevcut değildir.

Yetiştirilme tarzı, muhtemel bir boşanma, anne-babadan birinin ölümü veya çocukluk yıllarında meydana gelen olayların bir insanın heteroseksüel veya homoseksüel olup olmaması üzerinde hiçbir etkisinin olmadığı sonucuna varılmıştır. Çünkü ailesinde bu sorunların olmadığı kişiler de eşcinsel olma eğilimi göstermiştir.

Aile içerisinde erkek ve kadın arasındaki farklılıklar göz ardı edildiğinde çocuklarda otomatik olarak, bilmediği bir duruma karşı ürkek yetişir ve kendisini, güvenebileceği cinsiyete, daha doğrusu kendi cinsiyetine karşı daha yakın hisseder. Fakat bu da eşcinselliğe bir sebep, bir gerekçe değildir.

1977 yılında cinsellik araştırmacısı Götz Kockott eşcinsellik oluşumuna ilişkin tüm hipotezleri incelemiş, hiçbirinin ikna edici olmadığına karar vermiştir.

Amerikalı psikanalizci Hopcke tüm bu tezlerin her şeyden önce spekülasyon, efsane ve mitolojilere dayandığı ve ‘kökenine ilişkin teori geliştirmenin tamamen mantıksız’ olduğu sonucuna varmıştır.

Bu konuyla alakalı en güçlü yargı; eşcinselliğin sosyal çevre tarafından kabul görmek için bir gerekçe haline gelmiş olması.

İslam’ın ilk dönemlerinde yaşanmış bir hadiseyi aklıma getirdi bu son cümle.

Hz. Vahşi henüz Müslüman olmamış bir köleydi. Cübeyr b. Mut’im ona amcasını öldüren Hz. Hamza’yı Uhud Savaşı’nda öldürürse özgürlüğünü vereceğini yani azad edeceğini söyledi. O zaman hala Müslüman olmamış Hind ismindeki kadın da Hz. Muhammed, Hz. Ali veya Hz. Hamza’dan birini öldürürse ona onu zengin edecek kadar mal-mülk vereceğini söyledi. Bu bir köle için çok cazip bir teklifti ve Vahşi kabul etti. Uhud Savaşı’nda Hz. Hamza’yı öldürdü ve onun cesedinden kestiği parçaları Hind’e getirdi. Cübeyr b. Mut’im ve Hind sözlerini tuttular. Vahşi artık hem özgür hem zengindi. Ama hiçbir şey umduğu gibi gitmemişti. Köleler o artık köle olmadığı için onunla arkadaşlıklarını devam ettirmiyor, diğer zenginler de kölelikten geldiği için onu aralarına almıyorlardı. Vahşi hem özgür hem zengindi ama mutsuzdu. Ta ki Mekke’nin Fethi’nde diğer Mekke halkı ile birlikte dağlara çekildiği güne kadar kabul görmek için uğraştı. O gün onu çok şaşırtan bir şey olmuştu. Kendisi gibi azadlı siyahi bir köle olan Bilal-i Habeşi, zengin bile olmamasına rağmen Müslümanlar arasında kabul görmüştü. Bu da yetmezmiş gibi diğer Müslümanların yardımıyla Kabe’nin üstüne çıkmış ezan okumuştu.

İslam’daki ‘UHUVVET’ yani ‘KARDEŞLİK’ kavramı sizi sadece ‘siz’ olduğunuz için kabul eder. Sizi biricik sayar İslam.

İçinizdeki o boşluğu doldurmak için İslam’ın size biçtiği değeri de bir araştırmaya değmez mi sizce?

Blog

BİRLİKTE GAFLET PERDESİNİ ARALAYALIM MI?

BİRLİKTE GAFLET PERDESİNİ ARALAYALIM MI?

Yazar

MEDİNE A.

BİRLİKTE GAFLET PERDESİNİ ARALAYALIM MI?

Öncelikle “Her doğan çocuk , İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra , anne ve babası onu Hristiyan , 

Yahudi veya Mecusi yapar . ” (BUHARİ) Hadisi Şerifi-i ile inşaAllah söze başlayalım. Allah – u Teala bizi 

yaratırken maddi ve manevi tüm güzellikleri ruhumuza , gönlümüze ve bedenimize nakşederek 

yaratmıştır . Biz ise bu güzellikler yerine kendi görüşümüze göre bir düzenleneme yapmaya 

kalkarsak, bununla beraber farkında olarak veya olmayarak ortaya kaos çıkarmış oluruz . Bunu çok 

basit bir örnekle açıklayacak olursak ; yemek yememek de çok kararlı biri yememeye ne kadar direnç 

gösterebilir , gösterse bile bedeni ne kadar buna dayanabilir ? Veyahutta vücut sıcaklığımız 20 

santigratın altına düşerse yaşamımızı yitiririz öyle değil mi? İstediğimiz kadar ben soğukda kalıcam 

diye diretip meydan okuyalım . Yaradılışımız gereği vücut yapımız buna müsaade etmez . Cinsiyet de 

aynı bu şekilde , yaratılışın dışına çıkmaya çalıştıkça bataklığa sürükleniriz … 

 Allah-u Teala bize bu kadar nimetlerle rızıklandırıp birde üzerine bu dünyaya birer nefer olarak 

gönderdiyse ve bunun karşılığında bizden sadece kulluk görevini yerine getirmemizi istiyorsa bizim 

de bunu sorgulamadan koşulsuzca uymamız gerekmez mi? Nefer mi diye soracak olursanız , evet 

nefer… Zariyat suresi 56.ayette Rabbimizin buyurduğu gibi “(Ben) cinleri ve insanları , ancak bana 

ibadet etsinler diye yarattım!” Allah u Teala bizi bir kuş , ağaç olarak da yaratabilirdi. Demek ki 

keşfedilmeyi bekleyen özelliklerimizin farkında olup , ömürlerimiz daha fazla tükenmeden harekete 

geçmemiz gerek … 

Cinsiyetsizlik kavramı , feminizm akımıyla ortaya çıkmaya başladı. Eşitsizlik adı altında insanların 

psikolojilerine ve bilinç altlarına ne yazık ki bu kavramı dayatarak yerleştirdi. Oysaki Allah-u Teala 

kadın ve erkeği yaratıp görev dağılımı yaparak her iki taraf içinde dünyevi yaşamı kolaylaştırdı. Tıpkı 

bir elmanın iki yarısı gibi birbirini tamamlayıcı bireyler haline getirdi. Mesela yapılan bilimsel 

araştırmalarda aynı ilaçların kadın ve erkeklerin farklı tepkiler verdiğini ortaya koymuştur. Çünkü

kadınlar zarif ve duygusal , erkekler ise çözüm odaklıdır.

Yüce Allah erkekleri kadınların reisi olarak yaratmasının sebebi kadınlar narin varlık olduğu içindir. 

Zira bir erkeğin gücü ile bir kadının gücü eşdeğer değildir. İstenildiği kadar aksi iddia edilsin bunu 

fizyolojik incelemelerle ve deney yoluyla da anlarız.

 Bedenimi değiştirmek neden günah sorusunun cevabına gelince, aslında yukarıda açıklamasını 

yapmış olduk. Bu minvalde devam edecek olursak ; Allah ‘ın yaratmış olduğu düzeni ters düz etmek 

demekdir.Yani sümme haşa onun yarattığını beğenmemek , sen bilememişsin demektir.

Allah’u Teala bize bu bedeni emanet kılmıştır.İnsanın kendi bedeni üzerinde tasarruf hakkı yoktur. 

Burada bizim yapmamız gereken ise gücümüz nispetince bu bedene en güzel şekilde bakıp , küçük 

kıyametimiz yani ölüm vaktimiz geldiğinde bu emaneti alnımız açık yüzümüz ak olarak Allah u Teala ‘ 

ya teslim etmek olmalıdır.

Eşcinselliğin haram olduğuna dair delillerin bir kısmına değinecek olursak;

اِاللها َّر ْح ا َّر ِحيم َم ِن بِ ْســــــــــــــــــــــِم

Şu’ara Suresi 160.-175. Âyet ler

160- Lût (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla itham etti.

161- Hani kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: “Siz Allah’tan kormaz mısınız?”

162- “Haberiniz olsun ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.”

163- “Gelin artık, Allah’tan korkun ve bana itaat edin.”

164- “Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak 

âlemlerin Rabbidir.”

165- “İnsanlar içinden erkeklere mi gidiyorsunuz?”

166- “Bırakıyorsunuz da sizler için yarattığı eşleri! Doğrusu siz insanlıktan çıkmış bir kavimsiniz!”

167- Onlar şöyle dediler: “Ey Lût! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bilki, sürülenlerden olacaksın.”

168- Lût “Doğrusu ben, dedi, sizin bu işinize buğzedenlerdenim.”

169- “Yâ Rabbi! Beni ve ailemi onların yapageldiklerin(in vebalin)den kurtar.”

170- Biz de onu ve ailesinin tamamını kurtardık,

171- Ancak (geride) bir yaşlı kadın kaldı.

172- Sonra geridekilerin hepsini helak ettik.

173- Ve üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki, (uyarılanların) o yağmuru ne kötü bir yağmurdu!

174- Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdir.

175- Ve şüphesiz Rabbin, işte O mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

Hud Suresi 69.-83. Âyet ler

69- Andolsun ki, İbrahim’e de elçilerimiz (melekler) müjde ile geldiler ve “selâm” dediler, o da 

“selâm” dedi ve hemen gidip onlara kızartılmış bir buzağı getirdi.

70- Fakat onların o buzağıya el sürmediklerini görünce, tuhafına gitti ve içinde onlara karşı bir korku 

uyandı. Onlar da “Korkma, biz Lut’un kavmine gönderildik.” dediler.

71- İbrahim’in karısı ayakta duruyordu bunun üzerine yüzü güldü. Ona İshak’ı ve İshak’ın arkasından 

da Ya’kub’u müjdeledik.

72- “Vay başıma gelene!” dedi, “Ben bir kocakarıyım, kocam da yaşlı bir adam. Bu gerçekten çok 

tuhaf bir şey!”

73- Dediler: “Sen Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve berekâtı üzerinizdedir. Ey ev 

halkı! Muhakkak ki O, hamiddir (övülmeye lâyıktır), meciddir (cömertliği boldur).”

74- İbrahim’den korku iyice geçip gidince, bu müjde de kendisine gelince, bizim (meleklerimiz)le Lut 

kavmi hakkında tartışmaya girişti:

75- Çünkü İbrahim, çok yumuşak huylu ve çok yufka yürekli (yanık kalbli) idi.

76- Melekler: “Ey İbrahim! Bu konuda bizimle tartışmaktan vazgeç. Çünkü Rabbinin emri kesin olarak 

geldi ve onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir.

77- Ne zaman ki, elçilerimiz Lut’a geldiler, bunların gelişleri yüzünden Lut fenalaştı, eli ayağı birbirine 

dolaştı ve “Bu gün çetin bir gündür.” dedi.

78- Daha önceleri çirkin işler yapmış olan kavmi harıl harıl koşup geldiler. Lut onlara: “Ey kavmim! 

İşte size kızlarım, onlar sizin için daha temizdirler. Gelin Allah’tan korkun, beni misafirlerime rezil 

rüsvay etmeyin. İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?” dedi.

79- Onlar: “Sen de bilirsin ki, bizim senin kızlarınla bir ilgimiz yoktur. Sen bizim ne istediğimizi gayet 

iyi biliyorsun.” dediler.

80- Lut dedi: “Ne olurdu size karşı bir kuvvetim olsaydı, ya da çok sarp bir yere sığınabilseydim.”

81- Melekler dediler: “Ey Lut! Şundan emin ol ki, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla zarar 

veremezler. Sen, gecenin bir kısmı olunca ailenle birlikte hemen buradan çık git. İçinizden hiç kimse 

geri kalmasın, eşin başka. Çünkü ona da onlara gelecek olan musibet gelecektir. Haberin olsun, helâk 

zamanları sabah vaktidir. Zaten sabah yakın değil mi?”

82- Ne zaman ki, emrimiz geldi, o ülkenin altını üstüne getirdik ve üzerlerine istif edilip pişirilmiş 

çamurdan taşlar yağdırdık.

83- Bu taşlar Rabbinin katında damgalanmışlardı. Bunlar zalimlerden uzak şeyler değildir.

 – Allah-u Teala bizleri kendisine layık kul , Habibine layık ümmet eylesin. (AMİN YA MUİN.) –

Blog

Homoseksüellik AIDS Mi İçerir?

Homoseksüellik AIDS Mi İçerir?

Yazar

Ümmühan DEMİRDAĞ

Homoseksüellik AIDS Mi İçerir?

Öncelikle Homoseksüelliği ( eşcinsellik) şu şekilde tanımlayalım ve konumuza giriş yapalım: cinsellik açıdan baktığımızda bireyin, kendi cinsine ilgi duyarak cinsel isteklerini kendi cinsinden kimselerle giderme isteğinde olmasıdır.

HIV virüsünün sebep olduğu AIDS hastalığının, “Eşcinsel hastalığı söylemi doğru mudur? Cevabımız evetden ziyade tam anlamıyla karşılığını göstermediğidir. Yapılan araştırmalarda da eşcinsel bireyin (özellikle erkek eşcinsellerin) hayat tarzının önemli bir özelliğine dikkat çekilir ki bu durum eşcinsellik ile AIDS hastalığının arasında istatistiksel bir bağlantıyı da ortaya çıkarır. Sadece AIDS mi, peki? Hayır, yapılan araştırmalarda Gonore, Frengi, Hepatit A ve B, eşcinsel bağırsak Sendromu gibi birçok zührevi hastalıklar da AIDS kadar eşlik eden semptomlardır.

Peki, bir başka soruyu daha bu bağlamda ele alalım. Homofobi’nin getirdiği baskıdan dolayı eşcinsellerde AIDS rahatsızlığı, kendini daha çok gösteriyor olabilir mi? Ne dersiniz bu duruma? Cevabımız yine hayır, çünkü Yeni Zelanda ve Hollanda gibi Gey hayat tarzını destekleyen ülkelerde yapılan araştırmaların bu tezi çürüttüğünü söyleyebiliriz.

Biz paradigmayı biraz daha genişletelim. AIDS ile Eşcinsellik arasındaki istatistiksel ilişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Bu soruya cevabımızı değişik araştırma sonuçlarına bakarak eşcinsellerin %43‘ünün hayatları boyunca 500 ve üstü cinsel ilişkiye girdiğini %28’inin ise 1000 ve üstü cinsel ilişkiye girdiğini ve % 79’luk kesimin ise ilişkilerin % 50’sini yabancılarla girdiğini ve tek gecelik ilişkilerden olduğunu söyleyebiliriz. (one night stands, bkz The Castrı Film) Yok, artık dediğini duyar gibiyim, lakin araştırmalar sadece bunları önümüze serse, durum daha iyi olabilirdi. Bu tarz bir yaşam tarzı yaşam beklentisini 20 yıl daha kısaltmış durumdadır. Ölüm yaş ortalaması 42’e kadar düşmüştür. Sadece %24’ünün 65 yaşını geçtiğini söylesem ne dersin?

İşte tüm bu durumları seninle paylaşırken daha nice psikolojik semptomların eşcinsellerin hayat tarzına eşlik ettiğini söyleyebilirim. Sonuç olarak konu başlığımıza geri dönersek ABD’de 1992’de yapılan araştırmalara göre AIDS vakalarının %53’ünü eşcinseller ve biseksüeller oluşturmuştur. Son olarak AIDS ‘in erkek eşcinselllerde 2001 ile 2005 yılları arasında %13 artış gösterdiğini de sizlerle paylaşmış olalım.

Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere…

Blog

Kişi hem müslüman hem de eşcinsel olabilir mi ?

Kişi hem müslüman hem de eşcinsel olabilir mi ?

Yazar

Habibe

Kişi hem müslüman hem de eşcinsel olabilir mi ?

Tarihin neredeyse her döneminde eşcinsellik, fıtrata aykırı bir cinsel sapma olarak değerlendirilmiş; dinler ve toplumlar tarafından çirkin bir fiil olarak görülmüş ve kınanmıştır. Günümüzde bazı modern toplumlarda bu fiil, bireysel özgürlük kisvesiyle meşrulaştırılsa da; bu, onun hakikat nezdindeki konumunu değiştirmemektedir. Çünkü hakikat, çoğunluğun ne dediğiyle değil; Allah’ın ne buyurduğuyla belirlenir.

Kur’an-ı Kerim’de ve daha önceki ilahi kitaplarda eşcinsel ilişkiler, “açık hayasızlık”, “fıtratı bozan sapkınlık” ve “çirkin bir davranış” olarak nitelendirilmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de hadislerinde bu fiili ağır şekilde kınamış; Allah’ın rahmet nazarının bu fiili işleyenlerin üzerine inmeyeceğini bildirmiştir.

İslam’da cinselliğe dair her detay, ölçü ve sınırlarla belirlenmiştir. Bu sınırlar içerisinde cinsel hayat yalnızca kadın ve erkeğin nikâh bağıyla meşrulaşır. Bunun dışında kalan her türlü birliktelik –özellikle de livata (aynı cinsle ilişki)– dinen büyük günahlar arasında sayılmış ve şiddetle yasaklanmıştır.

Bu kadar açık nasslar ortadayken, “Ben Müslümanım” diyen bir kişinin bu meselede duruşu da net olmalıdır. Bugün eşcinselliği bireysel özgürlük başlığı altında topluma dayatmaya çalışan zihniyetin argümanları –örneğin “benim bedenim, benim kararım” söylemi– İslam inancı ile asla bağdaşmaz. Çünkü insan bedeninin gerçek sahibi insanın kendisi değil; o bedeni ona emanet eden Rabbidir.

İnsanın kendi bedeni üzerinde sınırsız bir tasarruf hakkı yoktur. Hatta bu hakkı sınırsızca kullanmak, emanete ihanet anlamı taşır. Mümin, her emanete sahip çıktığı gibi, bedenine de sahip çıkar. Bu sahiplenme, yalnızca bireysel bir sorumluluk değil; aynı zamanda topluma karşı da bir yükümlülüktür. Çünkü kişi iyi olmazsa toplum da iyi olamaz. Ahlaki çöküntü, yalnızca bireyin değil; tüm toplumun çözülmesidir.

Bugün eşcinsellik üzerinden asıl hedeflenen şey sadece bir cinsel yönelim değil; cinsiyetsiz, aile bağlarını koparmış, bireyci ve denetimsiz bir toplum inşa etmektir. İşte bu noktada, bu ilerleyişe “dur” demek, yalnızca ahlakî değil; aynı zamanda imanî bir duruştur. Müslüman kişi, kendine dayatılan çarpık fikirleri özgürlük sanmaz; hakikati arar, fıtratına döner.

Gerçekten Müslüman olan kişi:

  • Kendini sever,
  • Fıtratını sever,
  • Cinsiyetini kabul eder ve onurlandırır,
  • Kendisine verilen emaneti korur,
  • Toplumuna zarar değil, fayda vermeyi gaye edinir.

Çünkü iman; sadece Allah’a inanmak değil, O’nun koyduğu sınırları da içtenlikle sahiplenmektir.

Blog

LGBT OBJEKTİFLİĞİ

Şubat 2024

LGBT OBJEKTİFLİĞİ

Yazar

Ayşen ŞAHİN ALAMASLI

LGBT OBJEKTİFLİĞİ

Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in 2009 yılında hazırladığı “Radikalizm ve Aşırıcılık” adlı araştırmasında 34 ilde 1715 kişiye soruldu. “Kiminle komşu olmak istemezsiniz?” Katılımcıların %87’sinin “eşcinsel” kişiler ile komşu olmak istemezdim yanıtı verdiğini biliyor muydunuz? 

Milenyum diye yerin göğün inlediği tarihten henüz 9 sene geçmişken, böyle bir sayısal veri çıkmış, peki bu araştırma 1969’larda parlayan Zeki Müren döneminde yapılsaydı milenyuma erişmemiş kişiler LGBT bir bireyle komşu olmak istemezdim cevabına ne kadar katılırdı? Oğlu pembe giymek istedi diye cam kapı dağıtan babanın salondaki gramofonuna topuklu ayakkabı giyen Zeki Müren konuk olan evinden istatistiğe nasıl bir katkı olurdu? Nasıl da uzak ama nasıl da iç içe sokulmuştuk yavaşça. Çok uzaklara 1969’lara gitmeyelim evet 2009 yılında yapılan bu araştırma yanıtları arasında en yüksek oran eşcinsel bir komşu istenmediği yönünde. Hâlbuki doksanlı yıllarda ilk özel televizyonlar yayına başladıkça göremediklerimiz görülür oluyor, Emel Müftüoğlu’nun Korkuyorum şarkısının klibi ilk lezbiyen klip oluveriyor hatta Orhan Atasoy’un Gemiler klibi Türkiye’den ilk MTV ödülünü hak kazanıyor.  Kalorifere bile her yerde geçilmemişken soba sıcaklıklarında çaylar yudumlanıyor, yerde ödev yapan çocuklar bu gemilerle travesti görselleri izliyor. Tarzı ile fark atmak isteyenlerse birkaç yıl sonra Teoman’dan dinliyorlar bu ödüllü klipli meşhur gemiler şarkısını… İstatistiklere çok net olumsuz cevap verecek şekilde karşısında olduk Lgbt nin. Fakat normal görüp evini yuvasını açacak kadar destek olduk kâh bilerek kâh bilmeyerek.

 

Peki biz neyin karşısındayız ya da neyi destekliyoruz ya da şöyle sormalı; dilimiz aaa Allah yakar tüh tühleri söylerken kalbimiz aman Allah korusunlar zikrederken usul usul neyin içinde buluyoruz kendimizi?

 

Doğuştan kolu olmayan bireyi kolu yok diye yakacak mı ki Allah da cinsel uzvunda farklılık olanı sen farklısın diye yakacak? Midesinde işlevsellik problemi yaşayan doktora koşuyor da cinsel uzvunda bir problem olan neden kapılar ardına itilsin kakılsın mide hastası hor görülmüyor da neden özel bölge tedavisine ihtiyaç duyanlar hor görülsün. O zaman şunu bir anlayalım Müslüman olan İslam’ı benimsemiş olan hiçbir birey herhangi bir fiziksel olumsuzluğu hakir göremez o olumsuzluğu yaşayana o durumu ile ilgili kötü davranamaz. Fazla hassas kalpler için ince bir açıklama yapalım bir şeyin fazla veya eksik olmasının olumsuz bir duruma ihtimali vardır. Doğuştan on bir tane parmağım var diye sevinmez çocuk kendini bilmeye başladığı zaman ilk soracağı şey Anne benim neden on bir tane parmağım var olacaktır. Ya da saçları çıkmayan çocuk havalara uçmaz nihayetinde ben niye kelim diye üzülür. Fiziksel fazlalıklar ve eksikliklerle dolduğumuz ve doğduğumuz şu dünyada herkes kendi üstündeki olumsuzluğunu olumluya çevirip veya çeviremeyip sürdürmeye çalışır hayatını. Öyleyse bir Müslüman var olan bir fiziksel duruma karşı değildir. Lâkin durum bundan ibaret de değil. Çünkü bir güruhun derdi eksiklikler fazlalıklar dolayısıyla yaşanan olumsuzluklar değil. Sınırları aşmak adına daha fazlası daha fazlası ve daha fazlasıdır… Tam da yönelim ve tercih diye göz boyanan cümleler burası. Çünkü denilene göre doğuştan hiçbir fiziksel farklılığı olmadığı halde bir kişi canı çekti diye, içinden öyle geldi diye, öyle hissetti diye başka bir cinsiyeti tercih edebilir bunu da ifşa edebilir istediği gibi yaşayabilir… miş.. Karşı olduğumuz desteklemediğimiz durum budur. Ama karşı olmak cümlesinin altını yobazca doldurmamalı anlatılmak istenenin dışına çıkılmamalı.

Bir fıtrat bilinci sadece Müslümanlarda değil bugün İslam’dan bağımsız birçok ülkede bile yadsınamaz bir gerçekliktedir. Ortada bir yaratılış gerçeği vardır. Var olmayan bir şeyi varmış gibi dayatamazsınız. İki cinsiyet vardır üçüncüsü tercih değildir. Freud’un dediği üzere çocukluk ve ergenlik zamanlarında yaşanan istismar ve travmaların ya da baskıcı ebeveyn varlığının çocuklarda cinsel kimlik bozukluğuna sebep olmasıdır. Psikolojik bir durumla kendi başına içinden çıkamayan insanın kendini “tercihim bu” çatısına saklaması gerçek bir çözüm aramaktan elbette daha kolay olacaktır. Erkekliğinde veya kadınlığında cinsel içerikli veya ruhsal sıkıntılı yaşatılan zalimliklere ses çıkaramamışken, bardak dolunca başkaldırıp ben hiç biriyim fıtrattan yaratılıştan ayrı ve aykırıyım demek adeta bir rövanş olacaktır. Hâlbuki gerçek zalimleri suçlayıp adaleti hep beraber arayacakken, her şeye perde çekip üçüncü cinsiyet kimliği ile adalet aramak bu kimliğin sınırları her aşmasına özgürlük atfetmek ve hatırlamak istemediklerine zafer bayrakları dikmek gibi hoşuna gidebilir. Birçok araştırma istatistik bunu ispatlamış durumda. Doç. Dr. Ömer Miraç Yaman‘ın Farklı Cinsel Kimliklerdeki Bireylerin Çocukluk Dönemi Aile İlişkileri: “BİZİM HİK YEMİZ AİLEDE BAŞLAR” makalesinde de dediği gibi farklı yaşamlar ama aileye dönük benzer temalar her şeyi ortaya koymaktadır. 

 

Karşısında olduklarımızın içimize özel bir şekilde yerleştirilmeleri, kültür sanat eğitim spor gibi yaşamı idâme ettirecek her unsurda ustaca karşımıza çıkarılması böylesine yaygınlaşması zoraki destek olunması gerekli bir müesseseye çevrilmek istendiğinin kanıtı durumundadır. Oysa hem tıbbi hem akıl ve ruh sağlığı hem de dinî olarak ispatlanabilir şeyler yok sayılmaktadır. Böylesine ısrarla fonlanıp daha sensörlü kapıların bile görmediği çocuklara cinsiyet değiştirme muhayyerliği sunulması ve bunun dünyanın tek gündemiymiş gibi çalışmalar yapılması karşısında değilsek kimin yanındayız sorusuna cevap çok da nettir aslında. 

 

Ne karşısındayım ne destekçisiyim diye düşünüp objektif olduğumuzu sandıklarımıza gelince, ne şiş yansın ne kebap demek nedir biliyor musunuz? Bizzat farklı sebeplerle mazlum olduğunu fark etmeyen neticede bir dürtü ile cinsiyet kimlik bunalımlarına giren insanların düşürüldüğü duruma haklarının küreselleşen bir pazarda satılmasına izin vermektir, İsimlerinin hunharca kullanılmasına sessiz kalmaktır hatta büyüyünce örümcek adam olacağım diyen yaş grubuna bile lgbt kapsamında cinsel tercih dersleri yaptırılan bir dünyada çocuk istismarına susmaktır.

 Öyleyse objektif değiliz bilimsel kanıtların arkasındayız lgbt destekçisi değiliz karşısındayız bir nesle yapmak istediklerinin farkında olarak kabul etmediklerimize dahil olmadan mazlumun yanında zulmün sapkınlığın karşısında dimdik ayaktayız.

Blog

LGBT SAPKINLIK MIDIR?

Şubat 2024

LGBT SAPKINLIK MIDIR?

Yazar

Sema ADIGÜZEL

LGBT SAPKINLIK MIDIR?

Bu öyle bir konu ki geçmişten günümüze kadar sürekli var olan hakkında tartışılan bir konu.Kimi tamamen görmezden gelip, lanetlerken, kimi de bastıra bastıra “özgürlükleri” için mücadele etmek çabasında.

Modernleşen dünyada küreselleşmenin sonucu olarak toplumlar birbirini etkilemekte.

Ve hepimizin de bildiği üzere küresel güçlerin dünyanın geleceği hakkında topluma yapmış olduğu yönlendirmeler ortadadır(Bu konu maddi manevi her yönüyle konusulabilecek bir konu.Konuyu dağıtmak adına ayrıntıya girmiyorum).

Şimdi gelelim konumuza Lgbt sapkınlık mıdır?

Öncelikle sapkınlık nedir? Sapkınlık; hayatın doğal akışına ayrılık içeren,toplum tarafından kabul görmeyen tutum ve davranışlardır. Şimdi doğal akış deyince hayvanlar aleminden örnekler verecek insanlar vardır mutlaka.Ona öncelikle bir insan olduğunu hatırlatalım.Toplumu var eden olgu kadın ve erkeğin birlikte yaşaması üremesi üzerine kurulmuştur. Fıtrat budur.Tabiki farklılıklar olmuştur ve hep olacaktır.Bu yok saymayla yok olacak birşey değildir. Yazım kendini farklı hissedip bilgi sahibi olmak isteyen ve yönü kaybeden canlar için. Israrla ben böyle olmak istiyorum diyenlere zaten diyecek birşey yoktur.

Geçmişte uzun yıllar Lgbt bir hastalık olarak kabul edilmiş hatta tüm dinlerce kötü kabul edilmiş lanetlenmiş bir durumdu.Taki 1973 yılında Amerikan Psikiyatri Derneğinin hastalıklar statüsünden çıkarana kadar.Hal böyle olunca farklı kaynaklardan araştırdığımda bunun bir hastalık olmadığı doğuştan olduğu ve tedavisinin olmadığı sonucuna ulaşılıyor.Yani üçüncü bir cinsiyet hatta cinsiyetsizlik ortaya konuluyor.Ama bu kanıtlanmmis bir durumdur.Sadece varsayimdan ibarettir.Yapilan araştırmalar anne karnından itibaren kadın yada erkek dışında başka bir cinsin olamadığını ortaya koymuştur.Peki bu yönelim neden kaynaklanıyor.Hic bir artısı olmayan insanların pek çok alanda kendini gizlediği,toplumdan dışlandığı, içine kapandığı hatta depresyona girdiği bu durumu neden yaşamak istesinler ki?

İşte asıl soru bu. Çözüm bulunması gereken konu bu. Bu konuda ben Dr. Anna Erdoğan’ın kitaplarını okumanızı ve you tube videolarını izlemenizi tavsiye ediyorum.

Lgbt ne demektir? Cinsel arzular ve isteklerin farklı olması demektir.Cinsellik hayatın olmazsa olmazıdır. Yaşamın temel  ihtiyaçlarındandır. Toplumumuzda ne kadar hor görülse de kendinizin farklı yoneliminiz olduğunu fark ettinizde bunu söylemekten çekinmeyin. Çünkü gizlemek kendini kandırmaktan başka birşey değildir.Yardim almaktan korkmayın.Bu kendi kendinize halledeceğiz bir davranis değil.Heleki bu yönelimi birde deneyimlediyseniz vazgeçmemiz zor olacaktır.Ama imkansız değil.

Cinsel yönelim deyince homoseksüellik(aynı cins),heteroseksüellik (karşı cins) ve biseksuellik (her ikisiyle de) olan cinsel münasebetler akla gelir.Ve günümüzde hepsi “özgür ” olmalıdır. Fakat başka cinsel yönelimler de vardır; ensest ilişki, pedofili hatta hayvanlara tecavüz.Ne kadar iğrenç değil mi? Bunları dile getirmesi. Nedense bundan iğreniyoruz ama gay ve lezbiyen deyince hatta biseksuel olgunlukla karşılaşmamız isteniyor.Cinsiyette biyolojik bir sorun yoksa. Nefsi duyguların ve dürtülerin yönlendirmesiyle hareket etmek 3. bir cinsiyetten ziyade nefsi tatmin etmek için yapılan normal olmayan eylemleri.Buna da sapkınlıktan başka birşey denemez. Şimdi diyeceksiniz ki escinsellikle karşılıklı kabul var zorla kimse birşey yapmıyor.Sevgili arkadaşlar bazı ülkelerde bu durum öyle bir hal aldı ki artık çocukları bile cinsetsiz yetiştirip büyüyünce karar vermesi yönünde yetiştiren ebeveynler, lgbt örgütünün propagandasını kullanılan çocuklar, toplu tuvaletlerde bile cinsiyetsiz amblemler ve daha neler neler.Bu sadece masumca bir durum değil.Kimsenin özelinde ne yaşadığı kimseyi ilgilendirmez. Ama bu örgütün açık açık toplumun temeline dinamit koymaya çalıştığı ortadadır. Bu oyunlara gelmeyelim.Hayat yaşamaya değer ama kimsenin sizi kullanmasına ve duygularınız üzerinden pirim yapmasına  izin vermeyin.

Blog

EŞCİNSELLİK VE DOĞUŞTAN / SONRADAN KAVRAMLARI

Şubat 2024

EŞCİNSELLİK VE DOĞUŞTAN / SONRADAN KAVRAMLARI

Yazar

Ümmühan DEMİRDAĞ

EŞCİNSELLİK VE DOĞUŞTAN / SONRADAN KAVRAMLARI

Sevgili Gençler;

Hayatta “Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” sorusuna muhatap olduğumuz kadar şu soruyu önce kendimize yöneltelim.

“İnsan gelişiminde genetik mi daha çok etkili yoksa çevre mi?”

Siz düşünekoyun ben şurada konuşayım.

İkisini birbirinden ayırmamız oldukça güç. Hangi kaynağı okursanız okuyun, hangi kuramın hangi savını kafanızın içinde yazıp çizerseniz çizin, son yapılan araştırmalarla her iki kavramın da birbirinden etkilendiğini göreceksiniz. En baştaki sorgumuz kadar çift taraflı etkileşimde olan bu iki kavram çıkıyor karşımıza. O zaman sizi biraz daha düşünmeye sevk edelim. Peki homoseksüellik doğuştan mıdır yoksa sonradan dış faktörlerle mi oluşur? (Buraya kadarki kısımda verilen örneklerde geçen kavramlar arasındaki karşılıklı etkileşime dikkat çektikten sonra, son soruyla homoseksüellik kavramının hem doğuştan hem sonradan olacağını ima etmiş oluyoruz. Vermek istediğimiz mesaj bu mudur?)

Muhatabımızın insan olduğunu düşünürsek ve konumuzun da insan gelişimde bir alt başlık olduğunu varsayarsak; gelişimi etkileyen en önemli iki kavram arasında konumuzu değerlendirmemiz gerekir.

Gelişimi etkileyen iki unsurun da eşcinsellik üzerinde etkisini görüyoruz. “Nasıl yani?”

Sorunuza hemen cevap veriyorum. En yakından tanıdığınız insanların mizaçlarını düş dünyamızdan hızlıca geçirelim. Kimisine çok nahif, çok düşünceli, çok empatik vs…kimisine ise anında öfkelenen, tezcanlı, kaba gibi sıfatları vererek kategorize ettiğinizi duyar gibiyim.

İnsanoğlu belirsizliği sevmez, netlik her zaman güven verir. O yüzdendir ki hemen kategorilere başvurur ve hayatı daha da kolaylaştırır. Yukarıda yaptığımız kategoriyi de genellikle kadın/erkek diye ayırırız. Toplumsal stigma olarak karşımıza hemen böyle bir kategorize çıkar. Genelde ince düşünceli empatik kesimin kadınlar olduğu konusunda, erkeklerin ise diğer kategoriye sığdırmak gibi yanlışa düşeriz. Ya da erkek çocuklarının kılıç-kalkan, şövalye, hırsız-polis oyununu beklerken kız çocuklarının evcilik, el işi becerilerini destekleyen oyunları oynamasını bekleriz. Peki ya toplumsal stigmamıza ters düşen çocuklar ya da gençler için nasıl kategori yapacağız? İşte tam da bu konuda karşımıza üçüncü bir kategori çıkıyor: Eşcinseller

(Stigma, olumsuz damgalama, yaftalama, belli bir olumsuz tutum ve davranışla ilgili kişiyi kategorize etme gibi anlamları olan bir kelimedir. Burada kullandığımız takdirde Eşcinsellere “eşcinsel” denmesinin bir yaftalama olduğunu kendi ağzımızla dile getirmiş olduğumuzu, hatta “kadın-erkek”  şeklinde yanlış bir kategorize olduğunu söylemiş oluyoruz.)

Peki, bir diğer soru hiçbir dinin desteklemediği, aile neslini tehlikeye atan ve insanın fıtratına, sağlığına ters düşen bu kategoriye gerçekten ihtiyaç var mı? Ya da bu kategori niçin ortaya atıldı, nasıl benimsetildi?

Öncelikle en baştaki iki kavramımıza geri dönelim. İşe insan sağlığına, fıtratına, değerlerine ters düşen bu kategoriyi reddederek başlayalım.

(Reddetmek, yazının sonunda çıkan bir anlam olmalı. Ya da yazının sonunda zikredilmeli. Aksi halde devamının okunması düşük ihtimal)

İlk kavramımız genler yahut genlerden gelen karakter ve kişilik özellikleri, ya da olup bitene verdiğimiz tepkiler… Literatürde bunun adı “mizaç”, İslam dininde “fıtrat”, astrolojide ise “burçlar” vs…

Olaya nasıl baktığımız, onu nasıl isimlendirdiğimiz ve kategorize ettiğimiz önemli.

Bir erkek sanat, şiir, edebiyat gibi alanlarla ilgilenen, öz bakımına çokça dikkat eden ince ruhlu biri olabilir. Bu onun mizacıdır, fıtratıdır. Değişmez olan ögedir.

Şimdi mizaç kavramının yanından ayırmadığımız çevre faktörüne yani toplumsal tepkilerimize de bakalım.

Aklınızda verdiğim kişilik özelliklerini barındıran erkek örneğini okurken ne canlandı?

Genel varoluş algısına ters düşen bu “özel” kişileri hemen kategorize ederek dışladınız, ötekileştirdiniz, alaya aldınız belki.

Güç ve rekabet gücünün, başta ABD olmak üzere, tüm dünyada ağırlığının arttığı bir sosyolojik ortamda bu durumun örnekleri sizce de artmaz mı? İzlediğiniz, başta Hollywood, Netflix, Disney gibi dijital mecralardaki filmleri bir de bu açıdan sorgulayın. Mesela kadınların güçlü olması algısının resmen can çekişerek, kendine eziyet ederek sunulduğu bir dünyada, “ince ruhlu” erkekler nasıl barınsın? Barınamadığı için bu “özel” kişiler kendilerine göre bir kategori arıyor olabilir mi?

Çevresel algının en temeli anne baba ilişkilerinden başlar. Anaokul, ilkokul ve yakın çevrede devam eder. “Niçin?” ve “Nasıl?” sorularına birlikte cevap verdikten sonra eğer insan olmaya kararlıysak, gittikçe daha fazla empati sahibi olup üçüncü kategoriye yer olmadığını, cinsiyetinin kadın/erkek olduğunu ifade edebiliriz. Fıtrat olarak güzelliklere yahut iyiliklere daha çok eğilimli olduğunu da farkettirip kendi varoluşsal süreçlerinde onlara yardımcı olabilecek faaliyetlere (edebiyat, sanat, estetik, mûsiki…) yönlendirebiliriz. Sözüm ona güç/rekabet toplumların varlığını hissettiğimiz “sözde medeniyet” içinde, gittikçe daha da yabancılaştıklarını düşünebilir, kendi bedenlerine niçin yabancılaştıklarını anlayabiliriz. Kadınsı/ erkeksi yönlerinin birbiriyle fıtrat üzerinde buluşturmaları ve iki yönün bir bedende birbiriyle savaşmaktan ziyade barışmasını sağlamak için terapiye yönlendirebilirsiniz.

Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere….